Bu Blogda Ara

BOHO, BOHO BOHO





Bohem' den gelir. Bohem yaşayanların giyim stilidir. Boho tarzı giyinenlerin başında Sienna Miller gelir. 

Çiçekli, iri desenli boyundan bağlı sırtı açık elbiseler,  püsküllü çantalar, uzun boncuklu kolyeler, taşlar, tüyler, eskimiş ve yırtılmış jeanler, salaş tişörtler... Bunların hepsi BOHO şıklığı.
Bohem yaşayanların rahat ve özgür giyim stili.  Karışıklığın içinde belirli bir stil.

Karmakarışıklığın düzeni. BOHO tarzı bir giyim stilim yok, ben sadelikten yanayım.

Fakat aklım tam bir BOHO.  Geniş düşünürüm, püskül püskül salınırım, uzun uzun bakarım, uzun uzun konuşurum, sarmaş dolaş uyurum, kelebekler gibi yürürüm,  kat kat kabarık duygularım var benim.


seviyorum seni BOHO.

DOĞAL TAŞ DÖŞEMELER




Bundan tam 4 yıl önce, ajanstan burnumu dışarı çıkaramadığım günlerden birinde, bir taş firması gelmek istedi. Tam 3 hafta sonrasına randevu verebilmiştim.Geldiler.
Katalog yaptırmak istediklerini söylediler.
Sadece katalog.
Bir katalog yaptırıp gidecekler yani, başka da bir iş yok.Nasıl bir katalog, ne amaçlıbir katalog olmasının pek bir önemi yok onlar için, kataloğun var mı var diye yaptıracaklar yani.
Tabii bu durumlarda biz ne yapıyoruz? Kibarca teşekkür ediyoruz ve ilk toplantıdan sonra bir daha bir araya gelmiyoruz.
Aslında ne yapmalı? Diğer ajanslar ne yapıyorlar?
Alıyorlar o müşteriyi, ağızlarından girip, burunlarından çıkıp, kendi istedikleri kıvama getiriyorlar, hooop oluveriyor sana şahane bir katalog, şahane bir tv kampanyası, gazete- dergi reklamları vss…
Ben yapmıyorum, yapamıyorum.
Bundan tam 2 ay önce, evin bazı yerlerine taş kaplamaya karar verdim. Bir çok markaya baktım, bir sürü teknik terimler, bir sürü taş ve yapıtaşlarını dinledikten sonra, kafam taş gibi oldu.
Kibarca reddettiğim bu taş firmasını aradım, en azından dürüst davrandığım için, dürüst davranacaklarını ve beni aydınlatacaklarını biliyordum.
Çağırdılar sevinerek, bir mimar arkadaşımla birlikte gittik.
O küçücük taş firması, almış başını yürümüş.
Yeni taşındıkları binayı görünce öylece kalakaldım. Bostancının arka sokaklarında bir binanın griş katında 90 metrekare bir ofisçikleri vardı ben tanıdığımda..
plazanın önünde dikilmiş bakarken, arkadaşım, kolumdan sürükleyerek, başını dik tut ve gir içeri utanmaz kadın dedi ve girdik.
Uzay üssü gibi ofislerini görünce, o taş duvarların heybetini görünce, pişmanlığımı size anlatamam. Duvarlardan geçesim geldi.
Kafamı kurcalayan her soruyu rahatça sordum, pırıl pırıl cevaplar aldım.
Sıra geldi, taş cinsini ve rengini seçmeye… Granit ve mermer olan her iki çeşidin de bir dolu cilalama tekniği var; matı, parlağı, kumlusu, pürüzlüsü, pürüzsüzü vss.
3 saat kaldık .
Kataloğunuz var mı diye sordum? Önüme bir katalog geldi….Meydan Larousse sanki. Firma sahibi, hafifçe tebessüm etti, sizin işler kadar lezzetli olmasa da, şimdilik bizim işimizi görüyor dedi kibarca. Çok utandım. Kısılmış bir sesle, kapağı hoş olmuş diyebildim sadece.
İnternet sitemizden de bakabilirsiniz çeşitlere dedi. Toplantı masasının hemen üzerindeki bilgisayarından bakıverdik.
Web siteleri açılırken, ana sayfadaki sloganları tanıdık geldi bir an. Benimle ilk tanışmaya geldiklerinde taşın ne olduğunu anlatmaya başladıklarında ağzımdan kaçıveren benim cümlemdi. MİLYON YILLIK DOST.
Utanmaktan bir anda vazgeçtim, gurur duydum yine kendimle..

MIRIN KIRIN



Sabahtan beri, her şeye biraz biraz söyleniyorum sanki.
Hiç bir şeyi beğenmiyorum bugün, beğenmedim de diyemiyorum.
Öylece kalakalıyorum.
Otoparkçı sağa park edin der gibi, eliyle işaret ediyor, sola park etsem olmaz mı der gibi, elimle işaret ediyorum.
Her önüme gelen işe, ehh işte der gibi, limoni bakıyorum.
En güzel sözlerle güne başlayan müşterime bile bugün size gelmezsem olur mu diyebiliyorum.

Çık içimden n'olur.

FERFORJE


Demirden...
Cumartesi günü, tam dört saatimi ferforje sanatının kralı, Muhsin usta ile geçirdim.
Evimin pencerelerine ferforjeden parmaklık yaptırıyorum, bir kaç ufak aksesuar ve eşyalar da var tabii. Ne de olsa sessiz, sakin bir yer ve bahçeli bir evin pencereleri, ne olur ne olmaz. Alarm takmak yeterli dediler aslında, elbette yeter ama beni bilmeyenler için.
Ferforje nin havası bambaşka, nostaljik.
Muhsin ustanın lakabı, KİRLİ.
Üstü başı kir içinde, sanırım o sebeple bu ismi takmışlar ona.
Ama bilememişler ki, içi tertemiz.
Küçücük atölyesinde, yaptığı işlere baktım, büyük özen ister benimle bir iş yapabilmek, zorum. Bunu biliyorum. KİRLİ Muhsin, ağzımdan çıkan her istediğim değişikliği aklına yazdı, sakince dinledi hepsini, aklına yattığını gördüğü her çizdiğime, güzel oldu dedi naifçe.
Dört saatin sonunda ben ayrılırken, başı önünde elimi sıkarak, şimdi içim rahat dedi. Sanatçı dediğin böyledir işte, dört saatini verir, hiç hesapsız. KİRLİ gibi.
Ferforje, demirden yapılır. Nostaljisi tarihteki kokusundan gelir. Gerek, içine konan kızgın yağlarla kovulan düşman askerlerle, gerek fethi zor toprakların zor açılan demirden saray kapılarıyla çok zaferler kazanmıştır.
O kadar serttir ki, zor dövülür, zor bükülür.
Söz dinletemezsiniz kolay kolay, yola gelmez, dik başlıdır, kendinden emindir, işte bu sert ve asi demir bile, işin içinde aşk varsa, hele ki ustası aşkla dövüyorsa KİRLİ gibi , o bile eğer boynunu.

OYUNCAK DÜKKANI




Bugün öğlen Maçka Parkı’nda biraz yürüdüm, hem yürüdüm, hem yazdım, aklıma yazdım.
Bütün o söylediklerini bir bir aklıma yazdım.
Hafif yağmur da ıslattı yüzümü, ohh dedim derinden.
Sabah erkenden yeni bir müşteri adayı aradı, oyuncak mağazası açıyorlarmış.
Klasik olarak logo, amblem, kurumsal kimlik vss. ihtiyaçları varmış.
Tabii bir de motto.
Motto dediğimiz şey, markanın verdiği mesaj.
Parkta hep onu düşündüm.
Oyuncak mağazasının mesajını...Ne olmalı? Nasıl olmalı? En güzeli olmalı. Hadi siz de düşünün, çok heyecanlandım.
İçim kıpır kıpır yine.
Yeni aşk, evet evet kesin öyle.
Her daim kalbim dilimin ucunda atıyor.
Galiba buldum.

BALON KADEHLER


BALON KADEHLER, kırmızılı balonlar..............
Fransızlar, su gibi içtikleri kırmızı şarabı isterken şöyle derler:
UNE BALON RED SIVOUPLE!!!!
Yani bana bir balon kadehte kırmızı şarap lütfen.
Öyle narin ve öyle hoş bir tınısı vardır ki, kırmızı şarap sanki bu balon kadehler için yaratılmıştır. Bir çok markası vardır, ama bence en en iyisi Schott olandır. Aman ha, taklitlerinden sakınınız, hani herkesin her yerde içtikleri gibi...
İhtiyacınız varsa, Schott alın derim. ....Dedi bana bir üstad.
Söz dinledim, aldım....iyi ki de dinlemişim sözünü, severim söz dinlemeyi.
Gerçi çok içme diyor bana o üstad ama, farkında olmadan kediye fare önerdi.
Başımı döndürdü... neden mi?
Camının inceliğiyle, tınısıyla kulağıma fısıldadığı o naif şarkıdan
Camının şeffaflığıyla, içindeki kırmızıyla yıkanmış seksapelinden,
Camının derinliği, tüm aklımı yutmasından...
Sanki, içinde dans eder kırmızı şarap, CARMEN gibi. Bir elimle Schott tutarken, diğer elim içinde savrulan kırmızı, o işveli cilveli kıza dokunur...Eteklerini savurur bir uçtan diğerine, gözlerimle severek takip ederken onu, alkışlarım bakışlarımla, yudumlarım...içime akar o sıcak ritmi..

TROMPE L'OEİL


Fransızca, göz kandırmacası, gözü boyamak, göz aldatmacası olan bu resim sanatı, muhteşemdir.
Bence belirli bir olgunluğa gelmiş hemen hemen herkesin gördüğü bir resim sanatıdır.
Harikuladedir.
Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamadan, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama ve duvar resimleridir.
En basit trompe l’oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi, ya da herhangi bir pencereden bakarken ki dışarıda görülen bulutlar, ya da portakal ağaçları vss.dir...Uzanıp, tutma hissi verirler.
Bir trompe l’oeil e bakınca beni içine çeker, nefesimi keser, adeta dünyasına götürür.
Sanki, sanki hiç nefes alma, konuşma ve kıpırdama, sadece bana bak ve ne demek istediğimi anla der gibi çeker içine ve hapseder tüm benliğimi.
Tutar omuzlarımdan sıkı sıkı ve hiç bırakmaz..
Tutulur kalırım...hiç konuşamam.
Gözlerim, derin derin bakar, elimi sürmek isterim, şöylece uzatırım elimi, dokunamam bile..
Sanki eriyecek, yok olacak hissine kapılırım.
Öyle çok şey anlatır ki, dokunursam sesi kesilecek sanırım...Sessizce, hiç kıpırdamadan dinlerim onu.
Sarar, sarmalar tüm bedenimi anlatıkları.
Sonra bir adım geri çekilip çıkarım içinden, adeta derin bir suda uzunca vakit kalıp, boğulur ve yukarı fırlar gibi. Çıkarım, ıpıslak...
Madalyonun bir de öbür yüzü var. Trompe l’oeil u yapan o muheşem ressamı düşünürüm.
Nasıl bir beyindir ki, nasıl bir bilektir ki, bunu yapabilmiş.Y a duyguları? O ressamın duyguları? İşte, içimde bunu hissetttiğim o an, buram buram yanıyorum.

JARDİNİER



Yine Fransızca bir kelime..
Bahçıvan demek aslında.
Dekorasyonda hani şu eskiden masalarımızın üstünü süsleyen, geniş ağızlı, tek ayaklı gümüş ya da porselen aksesuarlar.
19.yy başlarında gondol şeklini de aldılar, bence tanımsızlıktan onlara da Jardinier dendi.
Eskiden masa üstlerinde duran bu değerli objelere, Fransız bahçıvanlar, bahçede düşen, kopan çiçekleri toplayarak içlerine koyarlarmış. Ev sahiplerine hoşluk olsun diye. Sabahın ilk ışıklarında bahçelere giren bu bahçıvanlar, ev sahibi uyurken, bahçeleri sular, süpürür, ben geldim ve siz uyurken işimi bitirdim, gittim mesajını, Jardinier içlerine bırakılan taze çiçeklerden anlarlarmış..
Bir çeşit bahçıvan imzası.
Sonraları ise, apartman villa derken şehirleşen dünyada Jardinierler yerini çikolata, şeker çanağı olarak aldı.
Gittikçe modernleşen hayatta, artık antikacılarda satılmaya başlandı.
Elinizde varsa, ne olur tutun onları...yine koyun taze çiçeklerden kırıntılar içlerine, iyi gelecek göreceksiniz.

EPOKSİ ZEMİNLER


Hijyen dünyaya hoşgeldiniz.
Eğer siz de benim gibi, evinin hijyeni, rahatlığı ve konforuyla ilgiliyseniz, epoksi tek çözüm. Biraz masraflı, ama tüm bu sıkıntılara toptan çözüm.
Hayal ettiğiniz tüm renkleri yaptırabilirsiniz, kumlusu, dokulusu, pürüzlüsü, pıtırcıklısı, öyle sınırsız ki...
Deterjanı biraz pahalı, yurt dışından ithal ediliyor. Bu kadar global marka ülkemizde varken, neden epoksi deterjanı yapmıyorlar acaba? Epoksi, hastanelerde, otellerde ve alışveriş merkezlerinin yerlerinde var. Dikkat etmediniz mi yoksa?
Eğer derz, dolgu maddesi gibi göze kötü görünen çizgiler sevmiyorsanız epoksi yaptırın.
Hele ki o seramiklerin derz aralarında biriken kirleri benim gibi görebiliyorsanız, hiç durmayın. En kötüsü, o çizgiler bir de yamuk yapıldıysa, işte o zaman çok fena oluyorum.
Amaaa, en şahane olanı beyaz olanıdır. Yerlerinizi bembeyaz düşünsenize, pamuğun üstünde yürür gibi.
Tertemiz, mis gibi...Benim evim, güzel evim.